15 Mart 2019 Cuma

Editörlüğe Başlamadan Soğudum...

Bir anda kafamda ampuller yandı ve dedim ek bir iş daha yapabilirim. Aklıma ilk ve tek olarak editörlük geldi. Sonuçta bende iki kitap çıkardım ve editörlüğünü kendim yaptım resmen. Hele ikinci kitabımda tamamiyle editörü bendim. Üstelik editör şahsı beni yayıncıya şikayet etmişti neymiş yöresel şive kullanmışım yok kendi kendime deyimler üretmiş deyimleri değiştirmişim. Kitap benim değil mi arkadaş ister şive yaparım ister deyimi değiştiririm. Parasıyla basıyorsunuz üstelik. Orası zaten ayrı bir konu .. Düzenlemesi gereken yeri düzenlemiyor saçma sapan yerleri yayıncının gözüne girebilmek için gösteriyor.Kapak fotoğrafını biz hazırladık, tuval çalışması yaptık,sonra fotoğrafını çekip  gönderdik.Arka kapağı da biz hallettik. Yani kitabın sadece matbaasıyla uğraştılar. Güya ilkinde yaşadığımı bunda yaşamam diye bu sefer bayağı bir araştırmıştım, bir hemşomdan methini duyunca hemen atladım tabi yine.Neyse hatırladım yine sinir oldum yayıncıda ayrı bir vakaydı. Konudan sapmayayım en iyisi. E dedim kolay iş hem oturduğum yerde yaparım artı kafamda nasıl bir neditörlük canlandıysa, ama internette yapabilirim diye düşündüm. Ta ki Kemal Küçükgedik'in o yazısını okuyana kadar. İlk sorusu 'sizin aklınızdan zorunuz mu var editörlük yapmak istiyorsunuz'  Halen pegasusta çalışıyor kendisi. Göründüğü kadar kolay olmadığını ve sırf kitap okuyamadığı için bir çok arkadaşının editörlükten ayrıldığını hele kitap seven birinin kitaptan nefret edecek aşamaya geldiğini okuyunca aman dedim kalsın. Sadece bir düşünce olarak kalsın. Tamam kolay hiç bir şey yok ama eğer sonunda kitapfobik olunuyorsa anlaşıldı bize göre değil. Oysa ne sevinmiştim  ah benim editlerim örlerim bende kendi kitabımı editörlerim....( bu arada işini hakkıyla yapan TDK dan anlayan hakiki editörler var onlar mevzunun dışında ama ben henüz rastlamadım)

POT KABIM

                    
                                                              
Kendimi bildim bileli, pileli, medcezirli bir ruha sahiptim. Ruhlar âleminde dağılım yapılırken bana da seçmece mi gelmişti. Dışı azbiaz cafcaf ruhu kof olsun mu oldu acaba… Bana ait olanlar bir ortak nokta bulamadılar yıllarca. Bedenim, dilim,  ruhum, aklım, kalbim hepsi ayrı dilden konuştu. Ara sıra bir halta yaramaya çalışan mantığım da apayrı dilden konuştu. Öyle yabancı öyle ayrıksıydı ki, lisanı halleri ben bu kargaşa içinde zaman zaman fıttırma noktasına gelmiştim. Bedenimin coğrafyasında egemenlikleri için bana savaş açmışlardı. Onlar kendi keyiflerine göre takınırken netice de ben de sahipleri olarak masaya yumruğumu arada bir vuruyordum. Ama nafile alışmışlık denen bir gerçek vardı. Hiç birine hükmüm geçmiyordu artık. Çok yorulmuştum, haddinden fazla baskı altındaydım. Çok sesliliği sevmeyen biriyken hem içimde hem dışımda bir sürü dırdır zırzır dinlemek durumundaydım. Hiç ihtiyacım olmayan şeyleri zaruret adı altında süsleyip emri vaki yapmaya başlamıştılar. Bir kukla,bir robottan ibarettim artık. Duygularım uzunca bir ceza yemiş ve terbiye olmuş gibi soğuk geçersizdi. Kabım potluk yapıyordu ruhuma. Şaşkınlık çaresizlik pörtlüyordu potlarımın arasından. Pörtedenek çıkan zayıflıklarım zafer kazanmışçasına arsız arsız el çırpıyor, kendimi kendi çöplüğümde rezil ediyordu. Rezilliğime mi ağıt yaksaydım, ağıtım için mi rezil olsaydım bilememiştim. Bu kadar isyanın içinde sadece uyumak için beynime dakikalarca dil döküyordum.Hadi beyinciğim şimdi uyuyalım, tüm sesleri kapat, yarın yine son ses açarsın, diye. Yinede içlerinde yüzümü arada bir güldüren beynim olurdu. Bu gibi nidalardan sonra anlaşma yapardık o tüm sesleri örterdi, bende gözlerimi… Ama diğerleri çok nankördü. Hele bu ruh bozuntusu çakma gölgem bana ait olduğunu unutup başka bedenlerde geziniyor, onlardan bana acı sızı öfke taşıyordu. Fabrika ayarında ki narin duygularım yetmezmiş gibi başka bedenlerin ruh ağrılarını da yaşamam için zorlamıştı. Bana neydi onun bunun derdinden ihtirasından ihtilafından… Beni her b*ka maydanoz yapıyor,  her gün incitiyordu. Kimin efendi olduğunu unutmuş hatırlattığımda da ‘beni özgürlüğe sen alıştırdın, şimdi kafana eseni bana zartadanak dikte edemezsin’ diye kafa tutuyordu…
Başka çocukların babası olmak zaten yeterince zordu hatta çekilemezdi, aralıksız  içimde hiç büyümeyen bir çocukla sabah akşam uğraşıyordum. Birde nefis denen mendebur mahlûk eklenmişti bu çıldırık gruba son anda. En tehlikelisi de oydu. Öyle tatlı yalanlar söyleyip öyle içten samimi fısıldıyordu ki can kulağıma; yanlış olabileceğini asla düşünemiyordum. Zaten nefis ile aklım çok iyi anlaşıyorlardı. Çoğu zaman birlikte; uzun vadeli-namus ahlak senetlerini, yalanlarla imzalıyorlardı. Sonra güle oynaya ruhumun çırpınışlarına aldırmadan, hatalar maratonunda çetin bir yarışa duruyorlardı. Bu bir tek benim kaderim miydi, yoksa herkeste böyle çelişkiler var mıydı?  Onların da eli uzun cisimleri hayatının içine edip edip sonra kenara geçip ‘dinlemeseydin bizi, uymasaydın bize’ diyorlar mıydı? Bu keşmekeş insanı hayatından bezdiriyor. Bu gidişata bir an evvel dur demem lazım. Dıştan bir gözle bakıp iyi ama acı dilli bir dost gibi kendimi azarlamalı eksik ve kusurlarımla yüzleşmeliyim. Egolarımdan kaprislerimden soyunup gerçeklerle tanışmalıyım. Duyun ey asi cisimlerim! Aldığım bu karar sizi muzdarip etsin...
Bundan böyle  ruhumla kabımı nikâhlayacağım. Unutmayın, bana da unutturmayın! 
                                                                                                          Cahide Sayaca  
                                                                                 

                                                 (Gergef adlı kitabımdan alıntıdır)